Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ın elini tutup elini pijamasının içinden sokarak karnına yerleştirdi. “Şöyle biraz ovuştur,” der gibi karnında gezdirdi ve pat diye uyudu.
Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ın düzenli nefes alışını duyunca alnında birkaç çizgi beliriverdi. Elini geri çekmek istedi ama o da ne… Avucunun altında kalp gibi atan bir şey hissetti. İçinde hafif bir kıpırtı, bir heyecan… Koca göbekteki minik şey, belli ki dokunuştan hoşnut kalmıştı.
Dudaklarının köşesi farkında bile olmadan kıvrıldı, hafifçe gülümsedi. Elini Mu Yi Fan’ın karnının üzerinde gezdirdikçe, içerideki şey de huzura ermiş gibi sakinleşti. Muhtemelen uykuya daldı, çünkü artık kıpırdamıyordu.
Zhan Bei Tian elini çekmedi. Karnı bir süre okşadı, büyüklüğünü tarttı, ama üç gün geçmesine rağmen hâlâ aynı büyüklükteydi. Kaşları çatıldı.
Hayda… Ne oldu şimdi?
Üç gün geçti ama mide hâlâ koca karpuz gibi.
Bir şeyleri kafasında tartmaya başladı.
Acaba büyüme evresi daha yavaş mı ilerliyor?
Ama öyleyse eğer… çocuğun doğumu bu kadar gecikirse, Mu Mu çoktan…
O an farkında olmadan eli kaydı, Mu Yi Fan’ın kalçasına doğru indi. Şişmiş bacağın yapısını hissedince yine kaşlar çatıldı.
Ben bu adama açık açık o şifalı suyu verdim, hâlâ şişlik geçmemiş. Lingquan suyunun etkisi yok mu yani? Yoksa… kemik kanserine fayda etmiyor mu?
Mu Yi Fan birden kıpırdandı, yüzünü buruşturarak homurdandı.
“Rahat değilim…”
Zhan Bei Tian hemen kafasını kaldırdı. Mu Yi Fan huzursuzdu, elini tekrar karnına koyduğunda, anında tekrar uykuya daldı.
Ama Zhan Bei Tian… sabaha kadar gözünü bile kırpmadı.
Güneş yavaş yavaş doğarken, gözleri yavaş yavaş kapanmaya başladı.
Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu ama telefon titreşerek onu uyandırdı.
Gözlerini açıp güneşin parlaklığına alışmaya çalıştı, sonra kafasını çevirdi… Bir de baktı ki Mu Yi Fan, onun omzuna yumulmuş yatıyor. Bedenini hemen kastı, usulca kolunu adamın kafasının altından çekip telefonu kaptı, odadan sessizce çıktı.
“Efendim?”
Yeni uyanmış adamın sesi biraz boğuk, biraz da baştan çıkarıcıydı. Telefondaki Xiang Guo bir an daldı, sonra kıkırdayarak konuştu.
“Patron… yoksa daha yeni mi uyandınız? Sizinle çalıştığım onca yıl, sizi ilk kez bu kadar geç uyanmış görüyorum. Yoksa… dün gece bir şeyler mi oldu?”
Sesi gitgide daha yaramaz bir tona kaydı.
Zhan Bei Tian’ın, karşı tarafın gevezeliğiyle sabah sabah sinirleri alt üst olmuştu. Gözleri kıstı, sesi sertleşti.
“Ne diyeceksen çabuk de, yoksa kapatıyorum.”
Xiang Guo hemen ciddileşti.
“Şey… patron, siz dün bana Mu Yi Fan’ı araştırmamı söylemiştiniz ya, öğrendim.”
Zhan Bei Tian toparlandı, bakışları keskinleşti.
“Nerede şimdi?”
“Mu Yi Fan eskiden özel kuvvetlerde görev yapmış, bu yüzden izini sürmek kolay olmadı. Çok sağlam gizlenmiş, fazlasıyla akıllıca. Ama önceki gece üvey annesinin evindeymiş. Bugün öğleden sonra saat üçte de Amiral’le birlikte B Şehri’ne uçacakmış.”
“B Şehri mi?”
Zhan Bei Tian gözlerini kısıp düşündü. Önceki hayatında da Mu Yi Fan’la B Şehri’nin yakınlarında karşılaşmıştı.
“Evet, patron. Devam edeyim mi araştırmaya?”
“Gerek yok.”
Zaten B Şehri’ne gidiyorsa, daha fazla araştırmanın anlamı yoktu.
Xiang Guo bir anda gülerek lafa girdi.
“Patron, yengem iyi mi?”
“…”
Yenge dediği kişi, uykusunda karpuz gibi göbeğiyle adamı yastık niyetine kullanan biri olunca… nasıl anlatsam bilemedim.
Yorum