Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan, adamla arasındaki ilişkiyi nasıl ilerleteceğini kara kara düşünüyordu. Tamam, Zhan Bei Tian hâlâ buz gibi duruyordu ama artık o “dondurucu ayaz” tavırdan çıkıp “klimalı serinlik” seviyesine gelmişti.
En azından bu sabah saat sekizde kapıya dayandığında, önceki günlerdeki gibi sessizce yemek bırakıp tüymemişti. Bu kez şahsen gelip uyandırmıştı.
Daha da şaşırtıcı olanı, Kahvaltı kraliyet sofrası gibiydi!
Süt, yumurta, mantı, buharda pişmiş çörekler, etli erişte, balkabağı ve kırmızı hurmalı lapalar… Resmen açık büfe!
Mu Yi Fan adamın karşısına oturmuş, temkinli bir şekilde sordu.
“Bugün hayırdır? Modun iyi gibi?”
Her gün makarna kaynatıp kaçan adam bugün aşçı gibi.
Zhan Bei Tian, lafı uzatmadan lapayı önüne itti.
Mu Yi Fan, kafasındaki jeton sonunda düşmüş gibi hissetti.
“Bana bu kadar çok yemek yedirmen… şey olabilir mi? Acaba… boncuğunu çıkarayım diye mi uğraşıyorsun?”
Zhan Bei Tian tam o sırada erişteyi ağzına atıyordu, bir anda dondu.
“Kes sesini!”
Mu Yi Fan adamın suratını görünce hemen sustu. Kaşığı kaptığı gibi lapaya saldırdı. İlk kaşıkta bir gariplik hissetti.
Tatlı lapa gibi görünüyor ama…
Tadı sanki kavrulmuş pastırmalı çorba!
Yani bir gariplik var ama çok da güzel!
Bir kaşık daha aldı, sonra bir daha…
“Bu lapayı nereden aldın? Acayip lezzetli olmuş.”
Zhan Bei Tian bir an durdu, parmaklarındaki ufak kesiklere baktı ama bir şey demedi.
Mu Yi Fan, lapanın ardından erişteleri, mantıları, çörekleri, sütü… her şeyi silip süpürdü.
Masadaki kahvaltının %95’ini tek başına yedi.
Sonra arkasına yaslandı, şişmiş göbeğine baktı, surat ekşidi.
“Of… Benim gazlım var ya! Bu kadar yememem lazımdı…”
Zhan Bei Tian istemsizce gülümseyecek gibi oldu ama tam gülümseyecekken suratını hemen topladı.
Sonra Mu Yi Fan’ın telefonunu kaptı, kendi numarasını kaydetti, iki telefonun numaralarını eşleştirdi ve hafif bir müzik tonu açtı. Tam böyle loş, kafe müziği gibi bir şey.
Mu Yi Fan bir süre müziği dinledikten sonra esnemeye başladı.
“Şu ilk şarkıyı değiştirsek mi ya? Uyuşturdu beni…”
Adam ise buz gibi bir ifadeyle cevapladı.
“Gerek yok.”
Sonra bardaklardan birini alıp mutfağa geçti.
Mu Yi Fan adamın arkasından bakarken içi içini yiyordu.
Yahu bu adam neden durup dururken neden bana iyi davranıyor… kesin bir hinlik peşinde!
Zhan Bei Tian, mutfaktaki Mu Yi Fan’a göz ucuyla baktı, sonra bardağın kenarına parmağını götürdü, parmak ucundan bardağa şeffaf bir şey akıttı ve suyu karıştırdı.
Sesi yumuşaktı.
“Mideni rahatlatır, iç bakalım.”
Mu Yi Fan hiç şüphelenmeden suyu kafaya dikti.
İki saniye sonra…
BAĞIRSAKLAR İSYANDA!
Resmen iç organları beyninden gelen emirler dışında çalışıyordu, koca göbeğini tutarak ikinci kattaki banyoya koştu.
Kapıyı kapatmasıyla içeride bir doğa olayı yaşandı.
Otuz dakika boyunca sıçtı… lavabo artık bir savaş alanıydı.
Ama ne ilginçtir, Zhan Bei Tian tek kelime etmedi.
Mu Yi Fan elini duvardaki peçeteye uzattı, sinirle söylendi.
“Anneciiiim! Kesin bu adam boncuğu geri almak için bana müshil verdi ya!”
Bunca güzel yemek, şirin davranışlar, müzik…
Hepsi planlı!
Tam ellerini yıkayacaktı ki…
Ellerine baktığında bir şey fark etti ve şoka girdi.
Yorum