Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan, karşısındaki adama inanamayan gözlerle baktı.
“Gitmemi istemiyor musun? Yani… bana mı bakacaksın? İnsanları dikizlemek gibi bir huyun mu var senin?”
Zhan Bei Tian’ın yüzünde en ufak bir mimik yoktu, sesi ise buz gibi soğuktu.
“2 dakika 50 saniye kaldı.”
Mu Yi Fan öfkeyle gözlerini devirdi.
“Ben senin için hayatımı tehlikeye attım. Kurşunun önüne geçtim. Kolumdan yaralandım. Şimdi de kalkmış bana pis iş yaptırıyorsun! Üstüne üstlük o şey bir anda ağzıma kaçtı! Sen…”
“2 dakika kaldı.”
“Tanrım! Zamanın da senin gibi acımasız mı? Akıyor resmen.”
“1 dakika 30 saniye.”
Mu Yi Fan, karşısındaki adamın soğuk gözlerine baktı ve derin bir nefes aldı. Bu adam hayatının baş belasıydı, ama bir şekilde de ondan kopamıyordu. Dişlerini sıkarak sordu.
“Tam olarak neyi aradığımı bile bilmiyorum ki!”
Zhan Bei Tian tek kelime etti.
“Kırmızı bir boncuk.”
Mu Yi Fan’ın gözleri irileşti.
Qing Tian Boncuğu… gerçekten de oydu.
İçinde patlamak üzere olan öfkesini zor bastırdı. Sessizce yerinden kalktı, çubukları kaptı ve ikinci kata çıktı.
Kısa bir süre sonra odadan çılgınca bir şarkı yankılandı.
“Bindik bi alamete gedeyoz gıyamete, Amanieyynn…”
Alt katta duran Zhan Bei Tian kıpırdamadı.
Sonra bir “öğğk” sesi duyuldu.
Ardından Mu Yi Fan, ağzını silerek odaya döndü. Yüzü buruşmuş, gözlerinde tiksinti vardı.
“Zhan Bei Tian! Sen tam bir pisliksin!”
Zhan Bei Tian bu sözleri duyduğunda, farkında olmadan dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm belirdi.
Mu Yi Fan tekrar kustuktan sonra, adam cebinden telefonunu çıkarıp mesaj yazdı.
“Lu Lin, sen ve ekip arkadaşların G Şehri’ne en erken uçuşla gidin. Oradaki çocukların öldürülüp öldürülmediğini araştırın.”
Mesajı gönderdikten sonra yukarıdan sifon sesi duyuldu.
Az sonra, Mu Yi Fan midesini tutarak aşağı indi, mutfağın kapısında durdu.
“Bulamadım.”
Zhan Bei Tian başını kaldırmadan cevapladı.
“Önce gel kahvaltını yap, sonra diğer şeyleri konuşuruz.”
Mu Yi Fan, isteksizce masaya oturdu.
“Bu şey… senin için gerçekten bu kadar mı önemli?”
“Öyle.”
Zhan Bei Tian mutfaktan iki kase erişte getirip masaya koydu.
Mu Yi Fan derin bir nefes aldı.
“Merak etme. O şeyi istemiyorum. Bulduğumda sana vereceğim. Zaten kolumdan vuruldum, üstüne üstlük hâlâ hastayım. Belki bir hastaneye gitmem gerek. Bu yüzden gece benim başımda nöbet tutmana hiç gerek yok.”
Elbette bu, Mu Yi Fan’ın asıl amacı değildi. Zhan Bei Tian’ın güvenini kazanmak istiyordu. Bir ay içinde Qing Tian Boncuğunu ona teslim edecek, sonra da onu öldürecekti.
Güvenini kazanmanın ilk adımı buydu.
Zhan Bei Tian sessizce yemeğini yerken göz ucuyla onu izledi.
Mu Yi Fan yemek çubuklarını aldı, mutlu bir şekilde ağzına ilk lokmayı götürmek üzereydi ki…
Birden midesi kasıldı. Yüzü bembeyaz oldu ve elleriyle ağzını kapatarak banyoya koştu.
Kusma sesleri evin içinde yankılanırken Zhan Bei Tian’ın iştahı tamamen kayboldu. Kaşlarını çatıp çubuklarını bıraktı.
Mu Yi Fan kısa bir süre sonra güçlükle geri döndü. Sandalyeye oturdu, dudakları solgundu.
“Bu kadar tiksinç bir şey gördüğüm için mi kusuyorum acaba?”
Tam bu sözleri söylerken, yeniden midesi bulandı ve bir kez daha banyoya koştu.
Bu seferki kusma çok daha uzun sürdü.
Zhan Bei Tian, arka arkaya gelen kusma seslerinden sonra artık haberlere bile odaklanamaz olmuştu. On dakikadan fazla geçtiği halde Mu Yi Fan hâlâ banyodan çıkmamıştı.
O an içindeki huzursuzluk daha da büyüdü. Yerinden kalktı, ağır adımlarla banyoya yürüdü.
Kapıyı araladığında gördüğü manzara karşısında nefesi kesildi.
Mu Yi Fan, yerde baygın yatıyordu.
Yorum