Çeviren: Ari
Bazı şeyler hatırlanmadığı zaman iyiydi ama hatırlandığında, bir şey yapamadıkları için her zaman çok pişman edici olurlardı.
Görevli kibarca gülümsedi ve “Merhaba, toplam 106 yuan. Banka kartı mı yoksa nakit mi?” dedi.
“Bekleyin.” Ye Zhou, kadının az önce aldığı pastayı işaret etti. “Hâlâ az önceki pastadan var mı?”
“Üzgünüm, her pasta modelinden sadece sergilemek için bir tane yapıyoruz. Hanımefendi vitrin ürünümüzü yeni aldı ve elimizde başka yok. Diğerlerine bakmaya ne dersiniz?”
Kalan üç pasta bir tiramisu, bir Matcha köpüğü ve çocuklar için bir çizgi film pastasıydı. Çizgi film pastasının üzerindeki iki çilek dışında diğer iki pastanın üzerinde çilek yoktu.
“Az önceki gibi başka bir çilekli pasta alma imkanım yok mu?”
Kasiyer güçlükle, “Pastalarımız önceden ayırtıldı,” dedi.
“Daha fazla para ekleyebilirim.” Ye Zhou ellerini birleştirdi ve yalvardı, “Benim için bir istekte bulunmaya yardım edebilir misiniz?”
Yakışıklı bir adamın saldırısına dayanamayan kasiyer kızardı ve meslektaşından patrona sormasını istedi. Patron kabul etti, ancak yapmaya başlamadan önce 11:30’a kadar beklemek zorundaydı.
Ye Zhou saate baktı. “Tamam, bittiğinde beni arayın lütfen. Buralarda olacağım.” Ye Zhou parayı ödedi, fişi cebine koydu ve dükkanda seçtiği tatlıları aldı.
Pasta sadece yemek içindi, bu yüzden Ye Zhou bunu doğum günü hediyesi olarak sayamazdı.
Sonra, Ye Zhou yakındaki bir alışveriş merkezine gidip ona hangi hediyeyi alması gerektiğini düşündü. Shang Jin hiçbir eksiği olmayan birine benziyordu. Kullanılacak bir şeyler hediye ederse, Shang Jin’in toz toplamaları için onları köşeye atacağını hissediyordu. Ne yazık ki oyun oynamıyordu, aksi takdirde oyunun içinde doğrudan ekipman satın alıp kendisine gönderebilirdi. Bu iyi olurdu ve aynı zamanda arada kullandığı bir şey olurdu.
Ye Zhou bilinçsizce bir ara sokağa girmişti. Siyah plastik kaplarda bir sürü bitki bulunan küçük bir arabayı iten yaşlı bir kadın gördü.
Bahar geldiğinden birçok insan balkon sebzeleri yetiştirmeye başlamıştı. Ye Zhou üstünkörü bir bakış attığında sadece biber fidelerini tanıyabildi. Başından beri arabadaki şeylere bakıyordu, bu yüzden yaşlı kadın sordu: “Hangi fidelere bakmak istersin?”
Ye Zhou çömeldi. Bitkilere yabancı değildi. Kitaplardan, videolardan ya da şahsen, onları her yerde görmüştü. Ama genç bir fidenin büyümesine, yaprakların filizlenmesine, çiçek açmasına ve sonunda meyve vermesine gerçekten şahit olmak gibi bir deneyimi daha önce hiç yaşamamıştı.
Bitkiler, mutlu olduklarında zıplayan, hasta olduklarında uluyan hayvanlar gibi değildi ve ayrıca çok çaba sarf etmek, hayvanlardan daha fazla ilgi vermek gerekiyordu. Hayvanlar hastalandığında evcil hayvan hastanesine götürülebilir ve doktora teslim edilebilirdi ama bir bitkinin herhangi bir sorunu olduğunda hastalığın nedenini kontrol etmesi ve büyümesiyle ilgilenmesi için sahibine güvenmesi gerekirdi.
Bu fidelere bakan Ye Zhou, Shang Jin’e vereceği hediyeye karar verdi.
Ve bu konuda hiçbir şey bilmeyen Shang Jin, sabah kalktığında Liang Jingmin’den üç cevapsız arama görmüştü. Cumartesi sabahı saat yediden başlayarak, her saat başı bir arama yapmıştı, gerçekten yeterince boşta olmalıydı.
Henüz yataktan çıkmamış olan Shang Jin’in cep telefonu Liang Jingmin’den gelen bir aramayla tekrar çaldı.
Shang Jin söylendi ve cevapladı.
“Oğlum, doğum günün kutlu olsun. Annen bugün doğum gününü kutlamak için okula gelecek.”
“Gerek yok.”
“Nasıl gerek yok? Oğlumun doğum günü çok önemli.” Liang Jingmin tekrar sordu, “Peki ya baban? Bugün seni aradı mı? Ya da boşver, söylemeye gerek yok, unutmuş olmalı. Şu anki düşünceleri tamamen kendi genç karısıyla ilgili. Seni önemsemesi gerekirken dikkatini nasıl başka şeylere verebilir? Üvey anneye sahip olmak, üvey babaya da sahip olmaktır. Sadece annenle arandaki ilişkinin en yakın ilişki olduğunu unutmamalısın. Ben sadece seni oğlum olarak görüyorum ama baban öyle değil.”
“Sadece bir doğum günü. Kutlayıp kutlamamasının ne önemi var?”
“Bu sana karşı ilgisiz olduğunu gösteriyor. O küçük kızın üçüncü doğum gününde baban deniz kenarındaki bir villada doğum günü partisi düzenlemesi için özel olarak birini davet etmişti. O zaman-“
Liang Jingmin’in aynı eski konuyu tekrar gündeme getirmesini dinleyen Shang Jin, doğrudan onun sözünü kesti, “İyi niyetini takdir ediyorum. Ben zaten bir yetişkinim ve kendi doğum günümü nasıl kutlayacağıma karar verme hakkım olmalı. Bu kadar, hoşçakal.”
Telefonu kapatan Shang Jin, kişiler arasında gezindi ve Ye Zhou’nun adını gördü. Birden doğum gününü yalnız geçirmek istemedi. Öğle yemeğine kadar bekleyen Shang Jin tereddütle Ye Zhou’ya bir metin mesajı gönderdi.
Bir eli pastayı, bir eli de o sabah hediye olarak aldığı çiçeği taşıyan Ye Zhou, okula geri döndü.
Yurda dönerken biraz utanmıştı. Pasta ve hediye, Shang Jin için bir sürprizdi. Shang Jin kesinlikle yurtta olmalıydı. Bunları oraya taşırsa açığa çıkacaktı. Ayrıca Shang Jin ona bir hediye verdiğini gördüğünde, kesinlikle onu öğle yemeğine davet etmeyi düşünecekti. Ama öğlen Tang Dongdong ile buluşmaya gitmek istiyordu. Doğum günü olan birinin doğum gününde davetini reddetmek biraz fazla acınası olurdu.
Bunu düşündükten sonra Ye Zhou yurda gitti ama yukarı çıkmadı. Bunun yerine her şeyi pedicabın arka bölmesine koydu.
Shang Jin küçük pedicabı kullanmak isterse, doğrudan ona biner giderdi ve arka bölmeye bakmazdı. Üstelik hava da güzeldi ve kimse arabayı ödünç almak için onlara sormazdı.
Gerçekten uygun ve gizli bir saklama yeriydi.
Ye Zhou’nun iç çekmekten başka seçeneği yoktu. Pedicab almaları gerçekten iyi olmuştu. Çok para harcamalarına değmişti.
Ye Zhou’nun hayal gücünün çok ileri olacağını kim bilebilirdi? Gerçeklik onu yine de bir seçim yapmaya zorladı.
12:30’da Ye Zhou kantinde oturuyordu, Su Yin ve Tang Dongdong kantinin üçüncü katındaydı. İkisi önceden anlaşmıştı: Su Yin bir mesaj gönderdiğinde, Ye Zhou tatlıyı getirmeli ve tesadüfen karşılaşmış gibi yapmalıydı.
Beklenmedik bir şekilde, aynı dakika içinde Shang Jin ve Su Yin’den birbiri ardına bir mesaj aldı.
Shang Jin: Yemek yedin mi?
Su Yin: Gelebilirsin.
Ye Zhou bir ikilem içinde kaldı.
Shang Jin, neden kartlarını sıran gelmeden oynuyorsun?
Öğlen Tang Dongdong ile görüştükten sonra, öğleden sonra grupça yurt binasında toplamayı ve sonra akşam pastayı getirmeyi planlamıştı. Kantine gidecek ve Shang Jin’in doğum gününü kutlayacaklardı. Yemekten döndükten sonra da hediyesini verebilirdi.
Ama şimdi…
Shang Jin’in doğum günü olduğunu daha bu sabah hatırlamasaydı sorun olmazdı. Bu şekilde Shang Jin’i hiçbir yük olmadan reddedebilirdi…
Tereddütle birkaç dakika geçti.
Su Yin bir mesaj daha göndererek ısrar etti: Eğer gelmezsen yemeği bitireceğiz!
Ye Zhou iki saniye tereddüt etti, elindeki tatlıya baktı ve Su Yin’e cevap verdi: Birazdan bir işim var. Sana aldığım tatlıları vereceğim ve gideceğim.
Bunu gönderdikten sonra aceleyle Shang Jin’e bir cevap verdi.
Ye Zhou: Şu anda kantinin 2. katındayım. Ya sen?
Bu sefer mesajı o gönderdiğinde, Shang Jin’den cevap gelmedi.
Cumartesi günü kantinde çok fazla insan yoktu. Ye Zhou üçüncü kata geldiğinde Su Yin ve Tang Dongdong’un ortadaki bir masada oturduğunu gördü.
Giysilerini düzeltti, bir fincan sütlü çay almak için üçüncü katın yan tarafına saptı ve Su Yin’in kendisini çağırmasını bekleyerek onun masasının yanından geçiyormuş gibi yaptı.
Bir saniye, iki saniye, üç saniye…
“Bu Ye Zhou değil mi?” Su Yin beceriksiz oyunculuğuyla şaşırmış bir bakış attı, “Uzun zamandır görüşmüyoruz. Sen de yemek için üçüncü kata mı geldin?”
“Su Yin?” Ye Zhou nezaket göstermedi ve ikisinin karşısına oturdu. Gözleri Tang Dongdong’un yüzüne takıldı. Tang Dongdong hatırladığı gibiydi: yuvarlak yüzü ve bir köpek yavrusu gibi iri gözleri, insanların kafasına dokunmak istemesine neden oluyordu. “O kim?”
“Arkadaşım Tang Dongdong.” Su Yin bu fırsatı iki kişiyi tanıştırmak için kullandı, “Dongdong, bu da benim arkadaşım Ye Zhou.”
Tang Dongdong, ne sıcak ne de soğuk bir şekilde Ye Zhou’ya başını salladı.
Ye Zhou şaşırmıştı. Kişiliği hafızasındankindem nasıl farklı olabilirdi…
Tang Dongdong ile ilk tanıştığında, yüzünde hoş bir gülümsemeyle sokak kedilerini besliyordu. Böylece Ye Zhou’nun kalbini çelmiş ve onu bunun ilk görüşte efsanevi bir aşk olması gerektiğine sıkıca inandırmıştı. Tang Dongdong ve Su Yin’in birbirlerini tanıdıklarını öğrendikten sonra ise, Su Yin’den Tang Dongdong ile ilgili bir şeyler öğrenme fikri aklına gelmişti. İşte bu nedenle takas için Shang Jin’in gizli fotoğraflarını çekmekten çekinmemişti.
Durumu kavraması için Ye Zhou’nun iyice düşünmesini beklemeyen Su Yin, üçüncü katın merdiven girişine bakıp şaşkın bir ses çıkardı. Ye Zhou onun görüşünü takip etti ve beyni durdu.
Üçüncü katın merdiven girişinde, Shang Jin küçük bir kızı tutuyordu ve arkasında güzel bir kadın vardı. Güzel olmasına rağmen, Shang Jin’den daha büyük olduğu bir bakışta görülebilirdi.
Şu anda Tang Dongdong’un hafızasından neden farklı olduğuyla karşılaştırıldığında Ye Zhou, Shang Jin’in yanındaki kişinin kim olduğunu daha çok bilmek istiyordu.
Shang Jin ailesinden hiç bahsetmemişti, bu yüzden Ye Zhou, Shang Jin’in kendisi gibi olduğunu ve ailesiyle iyi bir ilişkisi olmadığını farz ediyordu. Acı çeken arkadaşların birbirleriyle empati kurması nedeniyle Ye Zhou, Shang Jin’in doğum gününü kutlamasına nasıl yardım edebileceğini düşünmüştü… Shang Jin’in buna hiç ihtiyacı olmamasını beklemiyordu.
O küçük kız Shang Jin’in boynuna sarılıp etrafına baktı, Shang Jin’in yüzünde hiçbir duygudan eser yoktu.
Su Yin, Ye Zhou’nun kolunu çekti ve “Bu kim?” diye sordu.
“Nereden bilebilirim?”
Tang Dongdong da Shang Jin’in yönüne baktı. Küçük kız tarafından engellenen Shang Jin’i açıkça gördükten sonra, “Okulunuzdaki erkekler gerçekten yakışıklı, her biri bir öncekinden daha iyi.” diye yakındı.
Ye Zhou bunu duyduktan sonra daha da depresyona girdi.
Shang Jin, elinde Shang Youyou ile kantine gelmişti. Qin Fei ve Shang Youyou’nun gelişi beklenmedikti. Ancak Ay Yeni Yılı’nda Shang Jin, Shang Youyou ile arkadaş olmak için kendinden ödün verdiğinden, Shang Youyou boş zamanlarında bu fırsatı kullandı ve Shang Jin’e yapıştı. Shang Jin’in doğum gününde, ona bir pasta vermek için Qin Fei’den onu ne pahasına olursa olsun götürmesini istedi.
Shang Jin merdivenlerdeyken Ye Zhou’yu bir bakışta görmüştü.
Ye Zhou meselelerini ona açıklamak için insiyatif almıştı ve Shang Jin’de Ye Zhou’nun hayatına dokunmasına izin vermekten çekinmezdi. Shang Youyou’yu tutup Ye Zhou’ya doğru gitmek üzereyken Ye Zhou’nun karşısında oturan kişiyi gördü ve Ye Zhou’ya giderken ayakları sendeledi. Sadece başını salladı, sonra sesli bir selam bile vermeden geri döndü. Ye Zhou ağzını açtı ama hiçbir şey söyleyemedi.
Su Yin ve Tang Dongdong yemeklerini bitirdikten sonra Ye Zhou hiçbir şey söylemeden satın aldığı tatlıyı Su Yin’e verip ruhsuz bir şekilde yurda döndü.
Sabah çok erken uyandığından dolayı bir saat boyunca kitaplarına göz atıp sonra yatağına uzandı ve dinlenmek için gözlerini kapadı. Farkında olmadan uykuya dalmıştı. Uyandığında pencerenin dışı çoktan kararmıştı. Shang Jin masada oturmuş kitap okuyordu.
Ye Zhou umursamazca soruyormuş gibi yaptı, “Öğle vakti… o kimdi?”
Shang Jin bir sayfayı çevirdi ve “Teyzem ve kardeşim.” dedi. [Ç/N: Teyze derken aslında üvey anne anlamında ama teyze diyor.]
“Teyzen…” Ye Zhou kalbindeki bastırılmış öfkenin dağıldığını hissetti ve cömertçe övdü, “Gerçekten genç görünüyor, çok güzel.”
Shang Jin kitabı bırakıp ona karmaşık bir şekilde baktı. “Erkeklerden hoşlanmıyor musun? Tüm dikkatinin kadınlarda olmasını beklemiyordum.”
“Bu hoşlanıp hoşlanmamakla alakalı değil. Bir güzellik gördüğünde, kim biraz daha bakmak istemez ki.”
“Sıkıcı.”
Ye Zhou aldırmadı. Karamsar ruh hali düzelmişti, masadaki saate baktı ve “Aşağıya bir şey almaya gidiyorum. Yer masasını kurmama yardım et.”
“Eh…” Shang Jin memnuniyetsiz bir şekilde, “Neden bu kadar acele etti?” dedi. Söylense de yer masasını odanın ortasına koymuştu.
On dakika sonra Ye Zhou, nefes nefese bir eli arkasında ve diğer elinde yeşil bir torbayla geldi. Çantayı kenara koydu, kapıyı kapattı, Shang Jin’e yürüdü ve pasta kutusunu öne doğru uzattı, “Mutlu yıllar!”
Shang Jin şaşırmıştı. “Sen nasıl…”
Shang Jin’in sorusunu bitirmesini beklemeyen Ye Zhou gururla, “Ben kimim? Dünyada bilmediğim bir şey olabilir mi?” Pasta kutusunu masaya koydu, kurdeleyi açtı, kapağı kaldırdı ve küçük bir çilekli pasta göründü.
“Öğle vakti bir dilek tutmamış gibi göründüğünü hatırlıyorum.” Öğlen, göz ucuyla Shang Jin’in teyzesinin aldığı pastanın açılır açılmaz kesildiğini görmüştü. Ye Zhou ince bir mum alıp pastanın ortasına yerleştirdi. Liu Yutian’ın masasından bir çakmak aldı ve pat diye bir alev çıktı. Ye Zhou mumu yakıp ışığı kapatmak için kapıya gitti.
Bir anda oda karanlığa gömüldü, sadece pastadaki mum sıcak, sarı bir ışıkla parlıyordu.
Ye Zhou bir tarafa yarı çömeldi, bir kolu küçük masaya hafifçe yaslandı ve beklentiyle Shang Jin’e baktı. “Bir dilek tut.”
Mum ışığı Ye Zhou’nun gözlerinde titredi ama Shang Jin’in kalbini yakıyor gibiydi. Shang Jin uzun bir süre Ye Zhou’ya baktı ve aniden gülümsedi.
Alaycı bir gülümseme değildi, kalbinden gelen gerçek bir gülümsemeydi.
Bu gülümseme doğrudan Ye Zhou’yu aptallaştırdı. Oysaki ikisi de yurttaydı ama Ye Zhou eriyen buzdağlarının sesini duyuyormuş gibi hissetti.
“Teşekkür ederim, gerçekten çok mutluyum.” Shang Jin gözlerini kapadı ve dilek diledi.
Ye Zhou’nun kalbi gümleyerek birkaç kat daha hızlı çarptı. Shang Jin henüz gözlerini açmamışken yüzünü kollarına gömdü ve kontrolden çıkarak kıkırdadı. Neyse ki Shang Jin’in doğum gününü hatırlamıştı.
Gerçekten şanslıydı.
Yorum