Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan, Mu Teknoloji Grubu binasından kaçarcasına ayrıldıktan sonra, hemen arabasına atlayıp yola koyuldu. Etrafta ne araç vardı ne de insan. Sessiz bir yere gelince, derin bir nefes aldı ve karnını hafifçe okşayarak söylendi.
“Dürüst ol bakayım, sen mi ispiyonladın beni Zhan Bei Tian’a?”
Karnı bir anda şiddetli bir şekilde zıpladı. Bu bir protestoydu. Biraz da alınmış gibiydi.
Mu Yi Fan şaşkındı, “Sen söylemediysen, Zhan Bei Tian benim kim olduğumu nasıl anladı? Nasıl bildi ki Mu Teknoloji binasında olduğumu?”
Karnı hâlâ zıplıyordu. “Benim haberim yok,” diyordu sanki. Tam bu sırada tanıdık bir melodi çaldı, telefonunun zil sesiydi. Arka koltuğa baktı, yoktu. Ceplerini yokladı ve telefon cebindeydi.
“Hay senin ben…” dedi kendi kendine. “Bu telefon görünmezlik özelliği mi kazandı ne? Binanın tepesinde her yerimi aradım, yoktu. Şimdi nasıl cebimde?”
Ekranda arayan ismi görünce hemen açtı.
“Baba, ben-”
Sözünü tamamlayamadan babası takılmacasına konuştu.
“Yi Fan, Tuğgeneral Zhan seni almaya gelmiş şirkete.”
“Ha? Tuğgeneral mi?”
Zhan soyadı?
Yoksa gerçekten o mu?
“Şey… Zhan Bei Tian mı diyorsun?”
“Evet. Seni B Şehri’ne götürecekmiş. Sağ olsun.”
Mu Yi Fan içten içe gözlerini devirdi. Helikopterle dönebilirdi, ne alaka şimdi Zhan Bei Tian? Anlamadı ki, babası onu korumaya mı çalışıyor, yoksa ‘hadi oğlum bir an önce öbür dünyaya git’ mi diyor?
“Eskiden amirindi. Sözünü dinle biraz, olur mu?” dedi babası.
“Biliyorum,” dedi kısa keserek.
“B Şehri’nde görüşürüz o zaman. Orada konuşuruz detayları.”
“Tamam.”
Telefonu kapattı ve cebine attı. Direksiyonda öylece kalakaldı. Önceden B Şehri’ne gitmeye can atıyordu çünkü Zhan Bei Tian kimliğini öğrenmeden kaçmak istiyordu. Ama şimdi kimliği ortaya çıktı. Artık kaçmasına gerek yok.
Asıl mesele, Açlık. İnsan eti isteğini bastırmak zorundaydı. Şirketteyken sadece kan görmesi bile bilincini köreltiyordu. Kendini zor tutmuştu. Bu yüzden G Şehri’nde kalıp zombi yeteneklerini geliştirmek için fırsat kollamalıydı.
Hatırladığı kadarıyla, kıyametten bir ay sonra ülkede büyük bir “zombi yakma operasyonu” yapılacaktı. O gün büyük bir mutasyon da yaşanacaktı. İnsanlar, zombiler, bitkiler, hayvanlar… hepsi yeni yeteneklere kavuşacaktı. Zombiler yakıldığında ise, dev kristal çekirdekler ortaya çıkacaktı. Zombi Kralı Mu Yi Fan da bunları emerek seviye atlayacak, orta seviye zombiden yüksek seviyeye yaklaşacaktı. Böylece açlık hissi son bulacaktı.
Ama bu süreçte ona yardımcı olacak birkaç kişiye ihtiyacı vardı. Kitapta Zombi Kralı’nın çevresinde kimler olduğunu hatırlıyordu ama sadece isimleriyle. Yüzlerini bilmiyordu. Belki de olay örgüsünü takip ederek karşılaşabilirdi. Zaten o yardımcılardan biri Zhuang Zi Yue’ydi.
“Geçen sefer Zhuang’ın elini çizmiş miydim acaba?” diye düşündü.
“Acaba zombi oldu mu?”
Bunları düşünürken karnı yine zıplıyordu. Elini karnına koydu.
“Tamam, özür dilerim. Seni suçladım. Söz, bir gün seni gidip o kaba taşı emmeye götüreceğim.”
Qing Tian Boncuğu sakinleşti.
Hafızasına güvenerek Zhuang Zi Yue’nin yaşadığı Tianyuan Villası’na sürdü. Vardığında ortamın garipliğini hemen fark etti. Sessizdi. Kapıda güvenlik bile yoktu. Yerde ve çalılarda kurumuş kanlar vardı. Belli ki büyük bir olay olmuştu, zombilerle ilgili olmalıydı. Ama ortalıkta ne ceset ne de zombi vardı.
Zhuang’ın villasına yaklaştığında kapının açık olduğunu gördü. Koşarak içeri girdi. Salon savaş alanı gibiydi, her yer dağınık, duvarlarda kan, el izleri… ürkütücüydü.
Birden mutfaktan boğuk bir ağlama sesi geldi.
“Zhuang Zi Yue! Burada mısın?” diye bağırdı.
O an mutfaktan biri çıktı, Siyahlar giymiş, maskeli, güneş gözlüklü bir adam. Kim olduğunu göremedi ama Zhuang olmadığı kesindi.
Mutfaktan ağlama devam ediyordu. Gözlerini kısıp bağırdı.
“Sen kimsin? Arkadaşımın evinde ne işin var?”
Adam cevap vermedi, sadece yürüdü. O sırada mutfaktan biri daha fırladı, adamın beline sarıldı.
“Yeter artık, lütfen kimseye zarar verme!”
Adam başını kaldırdı, Mu Yi Fan’a dönerek bağırdı.
“Bayım, buradan gitmeniz gerek! Burası tehlikeli!”
Mu Yi Fan dikkatlice baktı ve bu adamın kim olduğunu fark etti,
“Hay senin… Sen o günü hastanede bana ‘hamilesin’ diyen şarlatan değil misin?”
Zheng Guo Zong duraksadı, gözyaşları içinde cevap verdi.
“Sen kimsin?”
“Ben o gün senin tarafından… hamile denilen adamım.”
“Ha! O sensin!” Gözleri büyüdü. “Aldırdın mı?”
Mu Yi Fan sinirlendi, “Geri zekâlı! Ben erkeğim! Senin doktorluğuna tüküreyim!”
Siyah giyen adam bir adım daha attı. Zheng hemen araya girip adamı tuttu.
“Mu bey, lütfen gidin! Onu daha fazla durduramayacağım!”
Mu Yi Fan bir adım geriye çekildi, ama sormadan edemedi.
“Arkadaşım nerede? Zhuang Zi Yue? Evi neden bu halde?”
“Onu tanımıyorum. Buraya geldiğimde ev bu haldeydi.”
“Peki mutfakta neden ağlıyordun?”
Zheng ağlamaya başladı, “Karımı öldürmüşler!”
“Karın arkadaşımın evinde ne yapıyordu?”
“Zhuang’ın maaşı iyiymiş, eşim her gün buraya yemek yapmaya geliyordu. Ben de onu almaya geliyordum. Ama bugün ulaşamadım, gelip baktım… ve bu manzara.”
Mu Yi Fan düşündü, Zhuang’a telefon etmeyi denedi ama kapalıydı. Üst kata çıktı, evde kimse yoktu. Salona döndüğünde, siyah kıyafetli adam mutfaktan kadının parçalanmış cesedini çıkarıyordu.
“Sen…”
Zheng açıkladı, “Eşimi gömmek istiyorum.”
“Araban var mı?” diye sordu Mu Yi Fan.
“Yok. Taksiyle gelmiştik.”
“Ben bırakayım.”
Zheng telaşlandı, “Yok yok, biz taşırız.”
Mu Yi Fan kadının haline baktı, “Bu şekilde dışarı çıkarsanız, hem milleti korkutursunuz hem polis peşinize düşer.”
Zheng yüzünü ekşitti, adamın kulağına fısıldadı.
“Dayanabilecek misin?”
Yorum