Çevirmen: Khentimentiu
Rong Xue’nin arkadaşları onun arkasından bakıp birbirlerine döndüler ve hınzır bir sırıtışla göz göze geldiler. İçlerinden biri elindeki beyaz telefonu sallayarak, “Cebinden kaptım,” dedi kıkırdayarak.
“Zhan Bei Tian’ın numarasını bul.”
Hemen rehbere girdiler ama telefon şifreliydi. Mecburen sim kartı çıkarıp kendi telefonlarına taktılar. Neyse ki Zhan Bei Tian’ın numarası kartta kayıtlıydı, kendi telefonlarında hemen çıktı.
Hemen üçüncü kata koştular, odanın kapısını açtılar ve Rong Xue’yi aynanın karşısında makyaj yaparken buldular. Rong Xue, Liu Shan ve Xia Xiao Xiao’yu görünce hemen rujunu bıraktı ve endişeyle sordu.
“Zhan Bei Tian geliyor mu?”
Planlarına göre, eğer Zhan Bei Tian Mu Yi Fan’la birlikte gelirse, Liu Shan ve Xia Xiao Xiao Mu Yi Fan’la ilgilenip onu oyalayacaktı ki Rong Xue, Zhan Bei Tian’la baş başa kalabilsin. Ama sadece Mu Yi Fan gelirse, Rong Xue’nin ‘müsait olmadığı’ söylenecek, kızlar Mu Yi Fan’la ilgilenecekti.
“Gelmedi,” dedi Liu Shan başını sallayarak.
Xia Xiao Xiao ekledi, “Ama Bay Zhan’ın numarasını bulduk.”
Zaten Zhan Bei Tian’ın kesin gelmeyeceğini tahmin eden Rong Xue, numarasını alınca mutlu oldu. Elini uzatıp, “Ver,” dedi.
Xia Xiao Xiao hemen telefonu uzattı.
Rong Xue, telefonun Xia’ya ait küçük bir telefon olduğunu fark etti. Kişiler arasında Zhan Bei Tian’ın adı çıkınca kaşını kaldırarak sordu.
“Zhan Bei Tian’ın numarasını kendi telefonuna mı kaydettin sen? Yoksa bana rakip mi oluyorsun?”
Xia hemen panikledi, “Yok yok! Bu benim numaram değil ki. Sim kart o sapığın, şifresini açamayınca kartı kendi telefonuma taktım. Öyle ulaştım numaraya.”
Rong Xue kaşlarını çattı, “Peki o adamın telefonunu nasıl aldın?”
Xia biraz utanarak sırıttı, “Çaldım.”
Rong Xue alayla sırıttı, “Vay, stratejiye bak.”
Ses tonu iğneleyiciydi.
Xia hemen sustu. Liu Shan hafifçe mırıldandı.
“Orospu ruhlu…”
Xia Xiao Xiao yan gözle ona baktı. Liu Shan dilini çıkardı. Rong Xue bu küçük atışmaları fark etmedi bile. Düşünceli bir şekilde telefon kartını kendi telefonuna mı taksa, yoksa Mu Yi Fan’ın kartını mı kullansa diye tarttı. Sonunda, Mu Yi Fan’ın sim kartıyla aramaya karar verdi. Böylece Zhan Bei Tian’ın gelmesi daha kesin olurdu.
Hiç tereddüt etmeden numarayı çevirdi.
Zhan Bei Tian o sırada ailesiyle ilgileniyordu, telefon çaldı. Arayan “Mu Mu” olarak görünüyordu. Hemen açtı.
“Mu Mu?”
Ya Mu Mu arıyordu ya da biri onun başına bir şey gelmişti, sesi hafif endişeliydi.
Yanındaki Sun Zi Hao bu ismi duyunca rahatladı.
“Mu Mu sonunda aradı.”
Mao Yu kaşlarını çattı.
“Umarım kötü bir haber değildir.”
Zhan Bei Tian karşıdan bir kadın sesi duyunca kaşlarını çattı.
“Sen kimsin?”
Kadın tatlı bir sesle cevap verdi.
“Zhan Bey, tanıyor musunuz bilmiyorum ama ben Rong Xue. Hani şu geçen restoranda arkadaşınızı sapık sanan kişi.”
Liu Shan ve Xia Xiao Xiao bu sahte ‘hanımefendi’ sesini duyunca tiksintiyle güldüler. Her gün cadı gibi bağıran kadın, şimdi bir pamuk şekeri olmuştu.
“Mu Mu’nun telefonu neden sende?” Zhan Bei Tian’ın sesi buz gibiydi.
Rong Xue tatlı dille uydurmaya başladı.
“Geçen seferki olay için özür dilemek istedim, Mu Mu’yu yemeğe davet ettim. Ama tam yemek öncesi aceleyle çıkıp gitti, telefonunu da unuttu. Ben de numarayı bulup size ulaştım, gelip alır mısınız diye.”
Zhan Bei Tian aslında Rong Xue’yle muhatap olmak istemiyordu ama Mu Yi Fan’ın telefonu onda olduğu için kabul etti.
“Neredesin?”
Rong Xue sevindi.
“İlk tanıştığımız yer, Xilanfa restoranı, üçüncü kattaki kutu oda. Gelince-”
Zhan Bei Tian onun cümlesini dinlemeden kapattı. Mao Yu’ya döndü.
“Ben çıkıyorum, gerisini sen hallet.”
“Tamam.”
Bir saat sonra restorandaydı. Garsona sorup üçüncü kata çıktı, kapıyı sert bir şekilde açtı.
Rong Xue kapının öyle açılmasına bozuldu ama Zhan Bei Tian’ı görünce hemen güler yüz takındı.
“Zhan Bey, hoş geldiniz. Yemek yemedinizse-”
Zhan Bei Tian doğrudan içeri girdi.
“Telefon.”
“Buyurun.”
Telefonu masasından uzattı. Ardından kendi telefonunu da verdi.
“Sim kart hâlâ bendeydi.”
Zhan Bei Tian soğuk bir bakışla aldı. Tam o anda telefon çaldı.
Ekranda “Baba” yazıyordu.
Zhan Bei Tian duraksadı ama açtı. Karşıdan tanıdık bir ses.
“Yi Fan, neredesin? Pilotu aradım, şirkete ulaşmadığını söyledi. Yi Hang aramış, bir kadın açmış. Neler oluyor?”
Yi Fan? Yi Hang? Zhan Bei Tian’ın gözleri kısıldı. Demek bu telefon gerçekten Mu Yi Fan’a ait.
“Yi Fan, dinliyor musun?”
Zhan Bei Tian soğuk bir sesle cevap verdi.
“Amiral.”
Mu Yue Cheng bir anlık duraksadı.
“Sen kimsin, neden oğlumun telefonu sende?”
“Ben Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ın üstüydüm. Hatırlıyor musunuz?”
Mu Yue Cheng rahatladı.
“Ha, evet, Zhan… Tuğgeneral. Yi Fan yanında mı?”
“Hayır. Nereye gittiğini bilmiyorum ama dönerse ona ne söyleyeyim?”
“Ben onun için G Şehri’ne helikopter yolladım. Mu Teknoloji’ye gidecek ve kardeşiyle B Şehri’ne dönecek.”
Zhan Bei Tian yalan söyledi.
“G Şehri karışık, belki şirkete bile ulaşamayacak.”
“Ne diyorsunuz!”
“İki gün içinde biz de dönüyoruz. İsterseniz onu da götürebiliriz ama şirkettekiler Yi Fan’a kimin onu almaya geldiğini söylemesin.”
“Neden?”
“Ufak bir şaka yaptım ve kızdı, bu yüzden gitti. Şimdi adımı duyarsa kaçabilir.”
Mu Yue Cheng iç çekti.
“Tamam, Yi Fan sizi beklesin.”
Telefon kapanır kapanmaz Zhan Bei Tian sinirle bağırdı ve elindeki telefonu parçaladı. Kanlar yere damladı ve halıyı kırmızıya boyadı.
Rong Xue panikle sordu.
“İyi misiniz?”
“Kes sesini!” Zhan Bei Tian buz gibi bir bakış attı ve kadın korkudan dondu kaldı.
Yorum