Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan uykuya daldı. Zhan Bei Tian onun yine uyuduğunu görünce iç geçirdi. O gün olanları anlatmak istiyordu ama mecburen onun uyanmasını beklemesi gerekiyordu.
Fakat Mu Yi Fan, villaya döner dönmez doğruca odasına kaçtı. Akşam yemeği vakti geldiğinde, sanki açlıktan ölüyor gibi büyük lokmalarla sessizce yemeğini yedi. Zhan Bei Tian, Mu Mu’nun bugün biraz garip davrandığını düşündü. Eskisi kadar canlı değildi, sanki ondan kaçıyordu. Yine de üstünde durmadı. Aslında Qing Tian Boncuğu yine baş belası olmuştu, Mu Mu hem uykulu hem de Zhan Bei Tian’a karşı bağımlı hissediyordu. Konuşmaya bile üşeniyordu.
Ertesi sabah Zhan Bei Tian, hâlâ uyuyan Mu Yi Fan’a bakarken şöyle dedi.
“Mu Mu, G Şehri’ne bir işim çıktı, 4-5 gün yokum. Sen… evde kal, tamam mı? Dünden alışveriş yaptım, buzdolabı dolu. Yetmezse birini çağırıp yemek getirirsin ama villadan çıkma, anladın mı?”
Yeni uyanan Mu Yi Fan ne dediğini tam anlayamadı. Ama Zhan Bei Tian’ın gözlerinde gördüğü endişe, ona gerçek dünyadaki Zhan Bei Tian’ı hatırlattı. Saçları kuş yuvası gibi dağılmıştı ama gözlerinde bir parıltı vardı. Dayanamayıp yatağından kalktı, yanına yürüdü ve ona sarılarak fısıldadı.
“Tian…”
Boğazı kuru olduğu için sesi çatallıydı, bu yüzden birden kendine geldi. Kitaptaki acı gerçekleri hatırlayıp öfkelenmek istedi ama bu tanıdık ve aynı zamanda yabancı adama sarılmaktan da vazgeçemedi. Belki yakında bir zombiye dönüşecek, belki de bir zombi katile… Belki bir daha asla bu kadar yakın olamayacaklardı. Bu yüzden sıkıca sarıldı.
Zhan Bei Tian dondu kaldı, aşağı baktığında Mu Yi Fan’ın yüzündeki yumuşak ifadeyi gördü. Onu nazikçe sıvazladı.
“Ben yokken sana yardımcı olması için birini çağıracağım. O sana göz kulak olacak.”
Aslında onu da yanında götürmek istiyordu ama bu görevde tehlike vardı. En güvenlisi evde kalmasıydı.
“Hayır…”
Kendisine bakacak biri mi? Zhan Bei Tian’a nasıl veda edecekti?
Zhan Bei Tian, konuşması için fırsat vermedi.
“Geç oldu, çıkmam gerek.”
Dönünce Mu Mu’nun yüzündeki sargılar da çıkmış olacak, bakalım tavırları kadar suratı da eğlenceli miymiş diye geçirdi içinden. Bu düşünceyle hafifçe gülümsedi.
Mu Yi Fan ise sessizce “Tamam.” Diyebildi ama içten içe Zhan Bei Tian’ı bekleyemeyeceğini biliyordu. Zhan Bei Tian villadan çıktı.
Villa kapısına geldiğinde, karşı sokakta iki cip, üç kamyon ve on küsur üniformalı adam onu bekliyordu.
Zhan Bei Tian’ı görünce hep bir ağızdan bağırdı.
“Patron!”
Zhan Bei Tian adamların hepsine teker teker göz gezdirdi ve sordu.
“Aranızda en iyi aşçı kim?”
“Patron! Benim!” diye el kaldırdı Sun Zi Hao.
“Güzel.”
“Patron, düşman kampına aşçı kılığında mı sızacağım?”
“Hayır. Mu Mu’ya bakıcılık yapacaksın.” Dedi Zhan Bei Tian soğukkanlılıkla.
Sun Zi Hao’nun suratı düştü. Diğerleri kıkırdadı. Xiang Guo omzuna vurdu.
“Şanslısın kardeşim. Patronun eşiyle ilgilenmek her görevden daha önemli.”
Zhan Bei Tian anahtarı ona uzatırken tembih etti.
“Yemek saatlerini kaçırma, Mu Mu çok yiyor. 6-7 kişilik yemek yapmalısın. İlaçlarını içtiğinden de emin ol.”
“Bu kadar iştahlı görünmüyor ama patron ne derse o.”
“Arabaya!” Zhan Bei Tian’ın emriyle herkes ciddileşip araçlara bindi.
Zhan Bei Tian araca geçtiğinde, şoför koltuğundaki Mao Yu aynadan onu süzüyordu. İçinden “Patron dün kaybolan malzemeleri kesin kendi halletti ama nasıl bu kadar hızlı yaptı?” diye düşünüyor, ama soramıyordu. Patronu sorgulamak istemezdi. kafasını çevirip aynaya bakmaktan vazgeçti.
Bu arada, Mu Yi Fan yataktan kalktığında vücudu daha da sertleşmişti. Zhan Bei Tian’ın arkasından gitse de yetişemeyeceğinden pes ettip banyoya ilerledi. Dişini fırçalayıp yüzünü yıkadı. Sonra oturup bir mektup yazmaya karar verdi. Zhan Bei Tian geri döndüğünde onun peşinden gelmemesi için bir şeyler yazmalıydı.
Ancak parmakları o kadar katılaşmıştı ki, kalemi 20 kez yere düşürdü. Yazısı da ilkokul çocuğunun el yazısı gibi çirkin olmuştu ama yazdı.
Sonra Qing Tian Boncuğu’nu hatırladı. Onu Zhan Bei Tian’a vermek istiyordu ama içinden nasıl çıkaracağını bilmiyordu. Neyse ki, boncuk manevi bir şeydi. Midesinden çıksa bile sahibine dönecekti.
Çantasını hazırlayıp evden çıkmak üzereyken, alt kattan gelen televizyon sesiyle durakladı. Kalbi hızla çarptı. Zhan Bei Tian gitmemiş miydi? Yakalanmaktan korktu ama bir yanı da sevindi.
Ama aşağı indiğinde onu karşılayan kişi Zhan Bei Tian değil, Sun Zi Hao’ydu.
“Hey Mu Mu, uyandın mı?”
Hayal kırıklığıyla kalakaldı. Zhan Bei Tian gerçekten birini yanına bırakmıştı.
Sun Zi Hao kendini tanıttı.
“Ben Sun Zi Hao, patronun silah arkadaşlarından biriyim. Kahvaltı hazır, hadi gel.”
Mu Yi Fan başını salladı, çantasını bırakıp yavaşça indi. Telefonunu çıkarıp birkaç kelime yazdı ve ona gösterdi.
“Boğazım ağrıyor, konuşamıyorum. Kusura bakma.”
“Hiç sorun değil. Ne istersen telefondan yazabilirsin.”
Mu Yi Fan yavaşça masaya oturdu, Sun Zi Hao da masaya hazırlanan yiyecekleri koymaya başlamıştı.
“Patron önceden hazırlamıştı, ben sadece ısıttım.”
Mu Yi Fan sessizce “Teşekkür ederim” dedi. Sun Zi Hao dudaklarını okuduktan sonra cevap verdi.
“Rica ederim. Bu arada, birkaç gün burada kalacağım, umarım sorun olmaz?”
Mu Yi Fan başını hayır anlamında sallayıp yukarıyı işaret etti.
“Orada mı kalayım? Teşekkürler!”
Tam Sun Zi Hao diğer yemeklerden getirirken, Mu Yi Fan’ın parmakları yine kasıldı ve yemek için tuttuğu kâse yere düşüp kırıldı. O an kalbi sıkıştı.
Zombileşme hız kazanmıştı…
Yorum