Çevirmen: Khentimentiu
Saat sabahın sadece beş buçuğuydu. Gökyüzü yavaş yavaş aydınlanmaya başlamış, köydeki insanlar da yeni yeni uyanmıştı. Göletin kenarından geçen insan sayısı oldukça azdı. Mu Yi Fan, göletin yanındaki büyük bir ağacın altına oturmuş, suyu neredeyse kalmamış gölete bakarken kaşları çatılmış, yüzünde sert bir ifade vardı. Sabah havası gibi durgun görünse de içi fırtınalarla doluydu.
Çünkü… artık neden bu kadar keskin kokular aldığını çözmüştü.
Zhan’ın bedeninden gelen o koku… onu ısırmak istemesinin bir işaretiydi.
Eğer bilinci bulanırsa, artık insan tarafını kontrol edemeyeceğini biliyordu.
“Ben… ben insan eti mi yemek istiyorum?!” diye düşündü tiksintiyle.
Asla böyle bir şeye dönüşmek istemiyordu. Ama ne yazık ki… bu dünyadan çıkmanın tek yolu, Zhan Bei Tian’ı öldürmekti. Fakat artık gerçek bir zombiye dönüştüğüne göre, o fırsat da çoktan kaçmıştı. Bundan sonra refleksleri yavaşlayacak, kolayca av olacaktı.
Saat altıya geldiğinde köylüler tarlalara gitmek üzere yollara dökülmüştü. Göletin yanından geçen insanların sayısı arttıkça, etrafa yayılan kokular da yoğunlaştı.
Mu Yi Fan artık burada duramayacağını anladı. Hemen kalkıp Chen Dong’un evine doğru yöneldi.
Daha uzaktan bakarken bile Zhan Bei Tian’ı kapıda ayakta beklerken gördü. Uzun boyu, asil duruşu ve yakışıklı yüzüyle oldukça dikkat çekiciydi. Yoldan geçenler dönüp dönüp ona bakıyordu.
Mu Yi Fan’ın aklına sabahki yanlışlıkla yaşanan öpücük geldi ve kafası karışık bir şekilde Zhan’ın önüne kadar yürüdü.
“Git üstünü değiştir, kahvaltı hazır,” dedi Zhan Bei Tian sakinlikle ve arkasını dönüp avluya girdi.
Mu Yi Fan derin bir nefes verdi. Demek ki… Baş Karakter uykudaydı ve olanları hatırlamıyordu. Yoksa bu kadar soğukkanlı duramazdı.
Chen Dong, mutfaktan koca bir tencere erişteyle çıkarken Mu Yi Fan’ı görünce gülümsedi.
“Küçük Mu, geldin ha. Zhan kardeş seni kahvaltıya çağırmaya gidiyordu.”
Mu Yi Fan hafifçe gülümsedi ve yukarı çıkıp pijamalarını çıkardı. Ancak kapının eşiğinde Zhan Bei Tian’ın onu izlediğinden habersizdi.
Zhan, ikinci kata çıkmış, sessizce kapının yanında durmuştu. Gözleri Mu Yi Fan’ın morarmış bacaklarına kaydı. Kaşlarını hafifçe kaldırdı, bir şey demeden geri aşağı indi.
Mu Yi Fan üzerini değiştirdikten sonra kahvaltıya indi. Salona adım atar atmaz, insanların bedenlerinden yayılan yoğun kokuyu içine çekti ve istemsizce derin bir nefes aldı.
“Küçük Mu, gel, kahvaltı yapalım,” dedi Chen Dong.
Mu Yi Fan masaya oturdu, Chen Dong’un uzattığı kasesini aldı, ama içi içini yiyordu. Kaşığı yavaşça ağzına götürürken, suratındaki hafif ekşimeyi Chen Dong fark etti.
“Küçük Mu, yemeği beğenmedin mi? Dün de pek iştahın yoktu.”
Mu Yi Fan duraksayıp gelişigüzel bir bahane uydurdu.
“Dünle kıyaslayınca sanki… tadı daha az gibi.”
Gerçekte ise… yemeklerin hiçbir tadı yoktu. Tanrı biliyor ya, şu anda yemeği değil, karşısındaki insanları yemek istiyordu. Zhan Bei Tian’dan gelen o aroma… öyle cezbediciydi ki, sofrayı bırakıp üstüne atlamamak için kendini zor tutuyordu.
Korkudan düşünmemeye çalıştı, hızla ağzına birkaç kaşık daha doldurdu. Yemeğin tadı yoktu ama… etraftaki insanların kokusunu, yan yemek niyetine hayal ederek bitirdi yemeği.
Zhan Bei Tian ona bir bakış attı ama hiçbir şey söylemeden kahvaltısına devam etti.
Mu Yi Fan doyduktan sonra doğruca odasına çıkıp uyumaya çalıştı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama Zhan Bei Tian’ın sesiyle uyandı.
“Mutfağa gel.” Ve arkasını dönüp odadan çıktı.
Mu Yi Fan yattığı yerden kalkmamıştı, Bunun için hiç enerjisi yoktu. Zhan Bei Tian bir süre sonra odaya geri dönüp Mu Yi Fan’ı zorla yataktan kaldırdı.
Mu Yi Fan, uykulu bir şekilde gözlerini ovuşturarak Zhan Bei Tian tarafından mutfağa sürüklendi. Zhan Bei Tian dümdüz bir suratla Mu Yi Fan’ın hiç beklmediği bir şey söyledi.
“Üstünü çıkar.”
Yorum