Çevirmen: Khentimentiu
“Lu Lin, hadi artık, söyle şunu. Malum, patronun keyfi yerinde değil. Şimdi bilmece zamanı değil yani.
Lu Lin de ortamın gerildiğini fark etti ve uzatmadan söyledi.
“Mu Teknoloji Grubu’nun başkanı, Mu Yi Fan’ın kardeşi Mu Yi Hang.”
Zhan Bei Tian’ın gözleri kısıldı, yüzü buz kesti.
“O gün, Shui köyü yakınlarında bir çiftlik evine arkadaşlarıyla gitmiş, içmiş. Sonra da direksiyona geçip bir çocuğa çarpmış. Olayı bastırmak için rüşvet vermiş, aileye gizlice 100 bin lira verip konuyu kapatmış. Aileyi köyden çıkarmamış, dava açmalarını yasaklamış, adeta hapis hayatı yaşatmış.”
Lu Lin anlatırken iyice sinirlendi.
Sun Zi Hao burun kıvırdı: “İki kardeş de ayrı bela.”
Zhan Bei Tian, “Mu Yi Hang’ın fotoğrafı var mı?”
Lu Lin hemen telefonundan arattı, bir fotoğraf bulup uzattı.
“Patron, işte bu.”
Zhan Bei Tian bakar bakmaz, yüzü gevşedi.
“Bu o değil,” dedi içinden. “Mu Mu’nun gözleri pırıl pırıl, bu adamın bakışlarında hinlik, kurnazlık var. İstese de o gözleri bu kadar saf yapamaz.”
Zhan Bei Tian tekrar sordu, “Yoksa bu çocuk gayrimeşru falan mı?”
Lu Lin başını iki yana salladı. “Yok, Amir’in sadece iki oğlu var. Bu arada, Li Qing Tian diye biri var, ailenin özel doktoru. Dongcheng’de onun için özel bir klinik bile açılmış. Son altı aydır Mu Yi Fan’ın kemik kanserine o bakıyor.”
Zhan Bei Tian, “Mu Yi Fan” ismini duyunca dondu. Ama “kemik kanseri” kelimeleri geçince, gözleri başka bir anlamla parladı. Dudaklarını yalamıştı ama tek kelime etmedi.
Mao Yu, Zhan Bei Tian’daki değişimi fark etti, herkes gibi sessizliğe gömüldü.
Zhan Bei Tian o kadar korkutucu bir hava yaymıştı ki, yakınındaki herkesin içi titredi.
Aniden ayağa kalkıp üst kata çıktı.
Mao Yu ve Lu Lin derin bir nefes aldılar.
“Az daha kalp krizi geçirecektim. Patron az önce bildiğin Azrail gibiydi.”
Sun Zi Hao, “Ben de öyle bir surat hiç görmedim. Sinirlenmişliği vardı ama bu sefer başka.”
Xiang Guo, “Ben gördüm.”
Mao Yu, “Ne zaman?”
Xiang Guo, “On gün önce. Mu Yi Fan’la karşılaştığımızda. Patronun gözleri… Sanki o an tek istediği şey onu öldürmekti.”
Mao Yu, “Yok artık! Mu Yi Fan daha önce ne yaparsa yapsın, patron ilgilenmiyordu. Ne yaptı da böyle oldu?”
Xiang Guo omuz silkti, “Bilmiyorum ama Mu Yi Fan hak ediyor. Elime geçse bir tokat yapıştırırım.”
Mao Yu güldü, “Tokatlamak istedin de patronun bakışlarını görünce vaz mı geçtin?”
“Evet. Patron bildiğin infaz edecek gibiydi, ben de araya girmedim.”
Lu Lin, “Asıl ben patronun son zamanlardaki halini merak ediyorum. Ne düşünüyor, bilen var mı ki?”
Herkes göz göze geldi ama kimse bir şey demedi.
Üst katta Zhan Bei Tian odanın ışığını açmadan pencereye gitti. Perdeyi açıp karşıdaki villanın ikinci katına baktı.
Adamın biri yatakla uğraşıyordu. Ama o kadar sakardı ki bir anda düşüp yuvarlandı.
Zhan Bei Tian’ın içi bir nebze yumuşadı, yüzüne belli belirsiz bir gülümseme geldi.
Ama hemen ciddileşti, dudaklarını sıktı, gözleri yeniden keskinleşti.
Akşam, hafif yağmur yağıyordu.
Damlaların sesi ne sert ne yumuşaktı ama garip bir huzursuzluk veriyordu.
Mu Yi Fan iki gündür dışarı çıkmamıştı.
Birincisi, zombileştiği için insan görünce iştahı kabarıyordu. Sanki bir yıldır açmış gibi. Camdan dışarı bakınca herkes tavuk budu gibi görünüyordu.
İkincisi, Zhan Bei Tian’ın onu tanımasından korkuyordu.
Özel kuvvetlerdeki adamlar insanı 360 derece röntgen gibi inceler, en ufak şüphede bırakmazlar.
Komşu villada iki gündür çıt çıkmıyordu, bu da onu daha da endişelendiriyordu.
Belki de Zhan Bei Tian hâlâ Qing Tian Boncuğu’nu almak için onu bekliyordu.
Televizyonda bir anda acil yayın girdi.
Sunucu, sakin ama endişeli bir tonla konuşuyordu.
“Son günlerde artan ‘insan ısırma’ olayları kontrol altına alınamıyor. Isırılan kişilerde bilinmeyen bir virüs hızla yayılıyor…”
Görüntüler hastaneye bağlandı. Kaos vardı.
Bir hasta aniden kameraya saldırdı, muhabiri ısırdı.
Çığlıklar yükseldi, izleyenlerin tüyleri diken diken oldu.
Sunucu yayını hemen kesti. Ekran bir anda dizilere döndü. Az önceki kâbus yaşanmamış gibiydi.
Mu Yi Fan, boş boş televizyona baktı.
“Mahşer geliyor…”
Tam o sırada telefonu çaldı.
Arayan babasıydı.
“Yi Fan, haberi gördün mü? Helikopter gönderdim, hemen MC Grubu’nun en üst katına çık. Oradan B Şehri’ne geleceksin.”
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’dan kaçmak için bunu kabul etti.
Yine telefon çaldı, bu sefer bilinmeyen bir numaraydı.
Önce açmak istemedi, ama ısrarla çalınca dayanamayıp açtı.
Telefondaki kadın sesi.
“Merhaba, Bay Zhan? Ben Rong Xue. Hatırlar mısınız?”
Mu Yi Fan bir an irkildi. “Kadın başrol mü bu?”
Ama neden Zhan Bei Tian’ı arıyordu?
Sonra hatırladı. Zhan Bei Tian telefonun üstüne ismini yazmıştı, ama telefon aslında Mu Yi Fan’ın.
“Şey, ben Bay Zhan değilim, onun telefonu bu.”
Rong Xue utandı. “Öyle mi, pardon. O zaman siz kimsiniz?”
“Geçen sefer sapık dediğiniz kişiyim.”
Kadın güldü, “Aaa, o siz miydiniz? Kusura bakmayın. Aslında sizi yemeğe davet etmek istiyorum, Bay Zhan’la birlikte olur musunuz?”
“Şey, biz…”
Kadın lafı bölüp “Harika, o zaman Xilanfa’daki Fransız restoranında görüşürüz” deyip kapattı.
Mu Yi Fan, surat asık bir şekilde dışarı çıktı.
Yolda zombi ısırmaları görmeye başlamıştı.
Ama bir yandan da Rong Xue’nun, yani kardeşine benzeyen kadının başına bir şey gelmesinden korkuyordu.
Xilanfa restoranına geldiğinde, Rong Xue yoktu. Onun yerine iki arkadaşı vardı.
“Merhaba beyefendi, geçen sefer sapık dediğimiz kişi sizdiniz değil mi?”
Mu Yi Fan başıyla onayladı.
“Şey, Rong Xue bu gün gelemeyecek, ama sizi yalnız bırakmak istemedik.”
Mu Yi Fan tersledi, “E madem yok, benim de işim var, gideyim.”
Kızlar, önce yapıştı, sonra bir anda geri çekildiler.
“Tamam, git ama biz bir şey demedik say.”
Mu Yi Fan, bu ani tavır değişikliğini garipsedi ama üstünde durmadı.
Arabaya atlayıp Mu Teknoloji Grubu’na doğru yola çıktı.
Arkasında kalan iki kadın ise birbirine bakıp sinsice sırıttı.
Yorum