Çevirmen: Khentimentiu.
Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan ve masadaki herkesin gözlerinde bir sürü “neden” sorusunu görünce hemen açıklama yaptı.
“Yüzün, karnın, kalçaların, kolların bu haldeyken… gerçekten deniz ürünleri yiyebileceğini mi sandın?”
Bu sözlerle birlikte herkes Mu Yi Fan’a dikkatlice baktı, bedeninin baştan aşağı yara bere içinde olduğunu, oldukça narin bir hali olduğunu fark ettiler.
Mu Yi Fan’ın içi cız etti. Aslında zombi olmadan önce son bir güzel yemek keyfi yapmak istemişti. Çünkü bir kez zombiye dönüştü mü, yemeklerin hiçbir tadı kalmayacaktı. Sadece ağızda mum çiğnemek gibi bir şeye dönüşecekti.
Zhan Bei Tian, onları gizlice süzen Mao Yu’ya dönerek, “Benim yerime sen sipariş ver,” dedi.
Mao Yu menüyü aldı, göz ucuyla Mu Yi Fan’ın sargılı yüzüne bakıp gülümsedi, ve hafif yemeklerden birkaç tane, Han Binası’nın meşhur yemeklerinden ve bir düzine yöresel yemekten sipariş verdi.
Mu Yi Fan içinden düşünmeye başladı, içeride yirmi iki kişi vardı. Hepsi Zhan Bei Tian’ın adamlarıydı. Tam anlamıyla kocaman, kaslı ve heybetli… Sanki her biri özenle ordu eğitimi almış gibiydi.
Herkes yerini bulup oturduktan sonra, göz göze bakışmalar başladı. Derken Xiang Guo boğazını temizleyip Mu Yi Fan’a döndü.
“Bay Mu, kusura bakma ama dedikoduyu severim. Patronun tüm arkadaşlarını az çok tanırız, ama seni ilk kez görüyoruz. Siz ne zaman tanıştınız?”
“Bu ay tanıştık.”
“Bu ay mı?”
Xiang Guo ve Lu Lin gözlerini kısıp birbirlerine baktılar. Zhan Bei Tian’ın öyle kolay kolay birini yanına almayacağını biliyorlardı. Hele ki doğrudan arkadaşlarının arasına getirmesi… garipti.
Xiang Guo’nun aklına birkaç gün önceki bir telefon görüşmesi geldi. O zaman telefonda bir erkek sesi duymuştu ama uykulu olduğundan “Herhalde patronun kız arkadaşı sabah mahmurluğuyla böyle konuşuyor,” diye düşünmüştü. Ama şimdi düşündükçe, belki de o ses bu Mu Mu denen adamın sesiydi.
“Bay Mu… birkaç gün önce patronla birlikte miydiniz? Yani… aynı odada mı kaldınız?”
“Evet, son günlerde birlikteydik.”
Oda sessizliğe gömüldü. Sonunda Sun Zi Hao sessizliği bozdu.
“Birlikte kalmışlar…”
Konu ilerledikçe, yanlış anlaşılmalar da çığ gibi büyüyordu.
Mu Yi Fan ortamın tuhaflaştığını fark etti ve hafif şüpheyle sordu.
“Bir sorun mu var?”
“Yok yok. Sadece o sabah patronu aradığımda bir erkek sesi duydum da, merak ettim.”
“Anladım. Bu arada ‘Bay Mu’ demeyin, alışık değilim. Bei Tian gibi ‘Mu Mu’ deyin yeter.”
Xiang Guo gülümsedi, iki kadeh şarap aldı, döner masayla Zhan Bei Tian ve Mu Yi Fan’ın önüne getirdi.
“Mu Mu, sen en son geldin, o yüzden bu kadeh senin hakkın.”
Mu Yi Fan şarabı aldı, tam dudaklarına götürecekti ki, Zhan Bei Tian kadehi elinden kaptı ve içti. Sonra bir kadeh daha alıp onu da içti.
“Ooo, patron biraz kıskanç sanki!”
“O alkol içemez.”
Herkes sargılı yüze baktı, anladı. Bundan sonra da Mu Yi Fan’a kadeh kaldırtmadılar. Mao Yu, konuyu değiştirdi.
“Patron, Mu Grubu pirinçleri ele geçirdiğinden beri bizim erzak sıkıntımız büyüyor. Bu işleri gizlice halletmek şart oldu.”
Zhan Bei Tian sessiz kaldı. Sağ çaprazında oturan Xiang Guo, öfkeyle atıldı.
“Ben gözümle gördüm, Mu Grubu açık açık Mu Yi Hang adına alım yapıyor. Ama arka planda büyük ihtimalle Mu Yi Fan’ın işi bu.”
“…”
Bu saçmalık yine nasıl bana döndü?
Masadakiler Mu Yi Fan adını duyunca yüzlerini astı. Kimisi dişlerini sıktı, kimisi öfkeyle baktı.
“Yani düşünsenize, hep patronla didişip duran bir tipti. Şimdi de işimize taş koymak istiyor olabilir. Ama nasıl oldu da G Şehri’nde olduğumuzu bildi?”
“…”
‘Büyük beyinli’ insanlarla baş etmek zordu.
Zhan Bei Tian hâlâ sessizdi ama kafasında planlar dönüyordu. O sırada garsonlar sırayla yemekleri getirmeye başladı. Masadakiler Mu Yi Fan’ı unutup yemeye, içmeye koyuldu. Herkes “Bugün sarhoş olmadan kalkmak yok,” diye yemin etmiş gibiydi.
Zhan Bei Tian ölçülü içiyordu. Kadeh kaldırıldığında sadece tadına bakıyor, diğerleri gibi lıkır lıkır içmiyordu. Bu sırada göz ucuyla Mu Yi Fan’a bakıp duruyordu. Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ın kendisini izlediğini bilmeden, yanındakilerle konuşa konuşa sessizce deniz ürünlerinden çalıyordu.
Zhan Bei Tian’ın dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi.
Bu hali gören Mao Yu kendi kendine mırıldandı.
“Patron kesin aşık olmuş… Şu bakışlara baksana, pamuk gibi olmuş adam.”
Tam bu sırada televizyon açıldı, haber bülteni odada yankılandı. Zhan Bei Tian başını kaldırıp ekrana baktı. Sunucu önce ana haberleri sundu, sonra küçük bir haber geçti.
“Bu sabah saat dokuzda, H Şehri XX Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden iki hasta kaçtı…”
Zhan Bei Tian yemeği bıraktı, ekrana kilitlendi. Spikerin gösterdiği iki fotoğrafı görünce, “Sessiz olun,” dedi.
Sesi çok yüksek değildi ama asker disipliniyle eğitilmiş kişiler için bu doğrudan bir emir gibiydi. Oda bir anda sessizleşti.
“Bu iki hasta, çok ciddi bir hastalığa sahip. Gördükleri kişileri ısırıyorlar ve taşıdıkları virüs, hızlıca vücutta yayılıp ölüme yol açıyor. Eğer bu kişileri görürseniz, derhal bölgeden uzaklaşın ya da polisi arayın…”
Mu Yi Fan’ın kaşları çatıldı. Bu haber ona çok tanıdık geliyordu.
“Dur bir dakika,” dedi içinden. “Bu… romanın başlangıcındaki zombi virüsünün kaynağı değil mi?”
Sözde “akıl hastanesi” denilen yer, aslında Ulusal Araştırma Enstitüsü’ydü. Kaçan hastalar ise oraya araştırma için götürülmüş iki arkeologtu. Bu arkeologlar, eski bir imparatorun mezarını açtıklarında, içeride sadece siyah bir hançer ve… kara bir gaz bulmuşlardı. Gazı soluduktan sonra davranışları değişmiş, sonra insanları ısırmaya başlamışlardı.
Bu kişiler erken tespit edilip enstitüye götürülmüşlerdi. Ama şimdi kaçmışlardı.
“Yani,” diye düşündü Mu Yi Fan, “kıyamet çok daha erken geliyor.”
Ama sonra düşündü, Roman olaylarına göre bu kaçış ayın 25’inde olmalıydı. Şimdi neden bir hafta erken oldu?
Haber bitti, odada ölüm sessizliği devam ediyordu.
Zhan Bei Tian sonunda konuştu.
“Lu Lin, bu süreçte G Şehri’nden ayrılma. Erzak işini de sadece buradan halledin. Haberdeki kişileri ya da yavaş hareket eden tuhaf insanları görürseniz, hemen uzaklaşın. Sakın yaklaşmayın. Eğer üstünüze gelirse… kafasına sıkın. Isırmalarına izin vermeyin.”
“Silahla mı?!”
Zhan Bei Tian ciddi ve netti.
“Evet. Bu bir emirdir. Bir sorun olursa, sorumluluğu ben alırım.”
“Emredersiniz!”
Yorum