Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan’ın gözleri şaşkınlıkla irice açıldı.
Mu Yue Cheng’in böyle bir soruyla gelmesini hiç beklememişti.
Hemen yanında oturan Mu Yi Hang da babasına dik dik baktı, ne planladığını anlamış gibiydi.
Mu Yue Cheng devam etti.
“Eğer aklında biri yoksa, bir arkadaşımın evlenme çağına gelmiş bir kızı var…”
Mu Yi Fan bu cümleyi duyar duymaz kafasında bir ampul yandı, “Aha! Rong Xue mevzusu!”
Çünkü romanında da babası, kemik kanseri giderek ağırlaşan oğlunun soyunu devam ettirmesi için alelacele evlendirmeye çalışıyordu. Hatta o dönem Mu Yi Fan’ı Rong Xue ile görücü usulü yemeğe bile gönderiyorlardı. Ama Mu Yi Fan, o yemekte bir garsonun yüzünü görünce… bingo! Gönlü ona kayıyordu.
“Baba, bizi buraya bunun için mi çağırdın?” diyerek sözünü kesti Mu Yi Fan.
O, Mu Yue Cheng’in öz oğluna gerçekten değer verdiğini biliyordu. Hani bazı babalar üvey anne bulur da çocuğu mirastan siler ya, bu adam öyle değildi. Üstelik iki oğlu arasında hep Mu Yi Fan’a daha düşkündü. Neden? Çünkü Mu Yi Fan da kendisi gibi asker olmuştu. Gurur kaynağıydı.
Ama işte, o Mu Yi Fan artık kemik kanseriyle boğuşuyordu ve şu anda onun yerinde başka biri vardı.
O yüzden evlilik falan yoktu. Hele hele Rong Xue gibi, gerçek dünyadaki kız kardeşine benzeyen bir yüzle? Asla.
Mu Yue Cheng, bu konuyu konuşmak istemediğini anlayınca iç geçirdi, sonra ciddileşti.
“Seni sadece bu konuyu konuşmak için çağırmadım. Asıl mesele başka.”
Mu Yi Fan ve Mu Yi Hang ciddiyetin arttığını fark edince oturdukları yerde dikleştiler.
“Son zamanlarda bazı haberler aldım,” dedi Mu Yue Cheng. “Dünyanın dört bir yanında büyük karışıklıklar olacak. Şu an kullandığımız para, altın, gümüş… hepsi çöp olacak. Hayatta kalmak için gerekli olan şey, yiyecek ve malzeme olacak. Bu yüzden…”
Mu Yue Cheng burada kısa bir duraksadı ve devam etti.
“Şirketin tüm hisselerini satmanı istiyorum. Elde edilen parayla da malzeme ve büyük miktarda silah alınacak.”
Mu Yi Fan içindeki fırtınayı bastırıp yüzündeki “ben bu haberi zaten duydum” ifadesini korumaya çalıştı ama kalbi resmen “dünyayı zombiler basacak!” diye bağırıyordu.
Çünkü romanına göre Mu Yue Cheng kıyametin geldiğinden haberdar değildi. Şimdi nasıl biliyordu?
Mu Yi Fan hafiften tedirgin oldu.
Demek ki romanın olay akışı artık tamamen raydan çıkmıştı.
“Baba, bizimle dalga mı geçiyorsun?” diye atıldı Mu Yi Hang, ayağa fırlamıştı, gözleri kocaman açılmıştı.
Mu Yi Fan, Mu Yi Hang’e yan gözle baktı. Onun neden bu kadar paniklediğini gayet iyi biliyordu.
Çünkü şirketi bugüne kadar yükseltmek için, karanlık işler yapmış, hatta abisine virüs bile enjekte etmişti. Şimdi kalkıp şirketi satmasını istiyorlardı, adam nasıl kabul etsin?
Mu Yue Cheng ciddiyetle döndü ve Mu Yi Fan’a Baktı.
“Sen ne düşünüyorsun Yi Fan, satacak mısın hisseleri?”
Şirket, Mu Yue Cheng’in eski karısından kalmaydı. Hisselerin çoğu da Mu Yi Fan’a aitti. Yani tüm yetki ondaydı.
Roman evrenindeki Mu Yi Fan’ın annesi ölmüştü, babası yeniden evlenmişti.
Mu Yi Hang birden Mu Yi Fan’a döndü, gözlerindeki merak okunuyordu.
Mu Yi Fan ise tek kaşını kaldırıp sordu.
“Baba, bu haberi nereden duydun?”
Mu Yue Cheng’in kaşı çatıldı.
“Bunu sana söyleyemem ama bilgi kesin.”
Mu Yi Fan ayağa kalktı.
“Baba, şirketle ilgili konular artık Mu Yi Hang’a ait. Biliyorsun devrettim. Ona sor.”
Mu Yi Fan biliyordu ki, Mu Yi Hang şirketi canından çok seviyordu. Asla satmak istemezdi. Hem bir yandan romanın akışını da daha fazla bozmaya niyeti yoktu.
Mu Yi Hang, duydukları karşısında şok olmuştu.
“Abi… ciddi misin sen? Gerçekten mi?!”
Mu Yi Fan’ın değiştiğini fark etmişti. Ama bu kadarı… fazla radikaldi.
“Evet,” dedi Mu Yi Fan kısaca.
Mu Yue Cheng sinirlenmeye başlamıştı.
“Yi Fan, bak ben-”
Mu Yi Fan bir anda kalkıp çalışma odasını terk etti. Salonda bekleyen Zhao Yi Xuan’a şöyle bir bakıp, kendisi için hazırlanmış odaya geçti.
Kapıyı kapattığı gibi derin bir nefes aldı.
“Hassiktir ya, az kalsın kalpten gidiyordum!”
Yanaklarını ovuşturdu, “Şu suratla soğukkanlı kalmak zor be abi, mimiklerime dikkat etmekten yüzüm kas tuttu.”
Sonra düşüncelere daldı.
“Bu adam kıyametin geldiğini nereden biliyor?!”
Cevabını bulamayınca konuyu değiştirdi. Aklına “Erkek Başrol” geldi.
“Bugün de duygusal yakınlaşma faslını pas geçtik. Olmaz böyle, çocuğun gözünden düşeceğim. Hemen etkileşim başlatmam lazım!”
Pantolonunun cebinden telefonunu çıkardı, ekranı açtı ve hiç düşünmeden Kahramanını aradı.
Yorum